To improve learning environment in primary schools
We denounce with righteous indignation and dislike men who we are to beguiled demoralized by the charms of pleasures that moment, so we blinded desires, that they indignations.
News & Updates
Paris Anlaşması, iklim krizinin önüne geçmek amacıyla 197 ülkenin ortak hareket etmeleri gerektiğini kabul ettikleri uluslararası bir anlaşmadır.
İklim krizinin önüne geçmek için küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece ile sınırlandırmak, mümkünse 1,5 derecenin altında tutmayı amaçlar.
1,5 ila 2 derece arasında ne fark var?
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) ortaya koyduğu veriler 1,5°C’lik bir ısınmanın 2°C’ye göre nispeten daha güvenli olacağını vurguluyor. IPCC’ye göre ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 1,5’yi bulduğunda %100 artması beklenen sel riski 2°C’lik bir ısınmayla %170’e ulaşacak. Ayrıca şiddetli kuraklığa maruz kalan insan sayısı 1,5°C’lik bir artışta 350, 2°C’lik bir artışta 410 milyona çakabilir. Aşırı sıcak hava dalgaları ise dünya nüfusunun %9’u yerine % 28’ini etkileyebilir. Bununla birlikte her 0,5°C’lik artışın tarımda ürün verimliliğini daha da düşüreceği biliniyor.
Küresel ortalama sıcaklık artışının 2 dereceyi geçmesi halinde insan hayatını doğrudan etkileyecek yıkıcı sonuçlar ortaya çıkacak.
Hayır. İklimi korumak için emisyonların azaltılması ve fosil yakıtların kullanılmaması gerekiyor olsa da taraf ülkeler, ne zaman ve ne kadar sera gazı azaltım taahhüdünde bulunacağına kendileri karar veriyor ve ulusal katkı beyanlarıyla iletiyor.
Emisyonlarla ilgili ülkelerin verdikleri beyanlar dört ana grupta toplanabilir.
197 ülkenin niyet beyanı incelendiğinde 61 ülkenin mutlak azaltım, 10 ülkenin emisyon yoğunluğunu kontrol etme, 83 ülkenin ise referans senaryodan azaltım hedeflediği görülüyor.*(2) Türkiye, “referans senaryodan azaltım” taahhüdü veren grupta yer alıyor.
Türkiye’nin BM Sekreteryası’na sunulan Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda, 2012 yılında 430 milyon ton olan toplam sera gazı emisyonlarının, azaltım önlemleri ile 2030 yılında 929 milyon tona kadar çıkarabileceği belirtildi.
Türkiye bunu yaparken, eğer hiç önlem alınmazsa (referans senaryo, business as usual) emisyonlarının 2030’da 1 milyar 175 tona çıkacağını, verilen beyanla bu miktarın 929 milyon tonda tutulacağını söylüyor. Bu beyanını da “artıştan %21 oranında azaltım” olarak tanıttı. Türkiye’nin akranları olarak değerlendirilebilecek ülkelerden Arjantin ve Brezilya, emisyonlarını 2030 yılında 2005 yılı seviyesinin altına indirmeyi, Meksika ise 2026 yılında en yüksek emisyon seviyesine ulaştıktan sonra emisyonlarını düşürmeyi hedefliyor. Türkiye’nin resmi planlarında 2030 sonrasındaki dönemde de sera gazı emisyonunu azaltmaya yönelik bir hedefi bulunmuyor.
Evet, çünkü veriler Türkiye’nin emisyon azaltımı için hiçbir önlem almadan bile hesapladığı miktarın çok altında sera gazı emisyonu ürettiğini gösteriyor. TÜİK’in yayımladığı son sera gazı emisyonu envanterine göre 2019 yılında toplam emisyonlar 506,1 milyon ton CO2e olarak gerçekleşti ve azalma eğilimini sürdürdü.*(3) Dolayısıyla mevcut büyüme/ekonomi eğilimi dahilinde, hiçbir emisyon azaltım önlemi almadan dahi hedeflediği/beyan ettiği rakamın altında kalacağı görülebiliyor. *(4)
Enerji dönüşümünü hayata geçirirsek (fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçerek, enerjiyi daha verimli kullanmak) enerji kaynaklı emisyonlarımızı sıfırlamaya yaklaşabilir veya en aza indirebiliriz. Onarıcı tarım uygulamalarını yaygınlaştırır ve doğa koruma alanlarını genişletebilirsek emisyonların dengelenmesini hızlandırırız.
Türkiye’nin Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nda verdiği hedef ne yazık ki yeterli değil. Eğer tüm ülkeler Türkiye gibi hedefler sunarsa ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 4 dereceyi geçebilir.*(5) Halbuki bizim ısınmayı 1,5 ya da en kötü olasılıkla 2 derecenin altında tutmamız gerek.
Türkiye enerjide %70’lerin üzerinde dışa bağımlı ve bu bağımlılığın temel nedeni petrol, doğal gaz ve kömür. İklim krizini durdurmak için yapmamız gereken bu üç fosil yakıtı kullanmayı bırakmak ve yerine güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak. Yenilenebilir enerji kaynaklarının herhangi bir yakıt maliyeti yok dolayısıyla dışa bağımlılık söz konusu değil. İlk yatırım sırasında bazı ekipmanlar ithal edilse de, bu durum kömür ve gaz santralleri için de geçerli. Rüzgar ve güneşi merkeze alan bir enerji dönüşümü, teknoloji içeriği yüksek bir sanayi gelişimini de beraberinde getirebilir.*(7) Ayrıca güneş ve rüzgardan elektrik üretim kapasitesinin artması sanayi üretimindeki değer zincirini de önemli oranda büyütecek; güneşte 15-25 GW’lık kapasite ilaveleri 0,8 milyar dolar olan üretimi 6,8 – 11,3 milyar ABD doları kadar arttırabilir.*(8)
İstihdam yaratma potansiyeli olarak bakarsak; iklim krizi ile mücadeleyi destekleyecek düşük karbonlu bir gelişme, fosile dayalı ekonomik yatırımlara göre daha fazla istihdam yaratıyor. Örneğin; her 1 milyon dolarlık yatırımın, sürdürülebilir enerjide 15-30, enerji depolamada 4-12, enerji verimliliğinde 10-18, çevre dostu şehir altyapılarının geliştirilmesinde 10-15, atık ve geri dönüşümde 15-40 kişiye yeni istihdam yaratma potansiyeli olduğu hesaplanırken*(9); 1 milyon dolarlık kömür yatırımının*(10) inşaat aşamasında 1, termik ve maden işletmesinde 2 kişiye istihdam yarattığı hesaplanmaktadır.
Yenilenebilir yeter
TEİAŞ verilerine göre Türkiye’nin 2020 yılı elektrik üretimi 305 milyar kWh. Güneş enerjisinden her yıl üretilebilecek elektrik miktarının ise kabul görmüş ama eski tarihli hesaplamalara göre 380 milyar kWh (ekonomik potansiyel) olduğu biliniyor.*(12) Depolama teknolojileri ile desteklendiğinde, tek başına güneş enerjisi bile ihtiyacı karşılayabilir Kaldı ki, önceliğimiz enerji verimliliği ve tasarrufla tüketimi en aza indiren bir elektrik sektörü yaratmak, sonrasında da fosilden çıkışı sağlayacak dönüşüm mekanizmalarını kurmak olmalı. Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyeli sadece elektrik ihtiyacını değil, ısınma ve sanayi ihtiyacını da karşılayacak güçte.
Dünyada iklim krizini tek başına durdurabilecek bir ülke yok, bu yüzden de her ülkenin çözüme sorumluluğu oranında katkıda bulunması gerekiyor. Paris Anlaşması bir sihirli değnek değil fakat küresel iklim eylemi için uluslararası işbirliğini tesis eden bu ölçekteki tek araç.
Paris Anlaşması’nı onaylayan ülkelerin verdikleri taahhütler dünyayı bugüne kıyasla yaklaşık 2,6 derece daha sıcak bir gezegen yapacak. Oysa iklim değişikliğini kontrol altında tutabilmemiz için ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 1,5’de sınırlandırmamız, en kötü ihtimalle 2 derecenin altında kalmasını sağlamamız gerekiyor. Bu yüzden de ülkeler verdikleri taahhütleri iyileştirmeliler.
Bu çok kolay bir hesap değil. Mevcut emisyonlar, tarihsel (kümülatif) emisyonlar ve kişi başına düşen emisyonlar gibi birkaç kıstasa bakmak gerek.
Yetkililerin yaptıkları açıklamalara göre Türkiye iklim fonlarına ya da başka bir deyişle, yeterli finans kaynağına ulaşamamaktan şikayetçi. Bunlardan biri de Yeşil İklim Fonu (Green Climate Fund, GCF). Türkiye’nin gelişmiş ülkeleri kapsayan Ek-1 listesinden çıkarak ulaşmaya çalıştığı Yeşil İklim Fonu aracılığı ile gelişen ülkelere 2020’den itibaren azaltım ve uyum eylemleri için yıllık toplam 100 milyar dolar kaynak aktarılacağı söz verilmiş olsa da, bu fonda henüz 10 milyar dolar toplanabildi.*(14) Bu fondan ağırlıklı olarak en az gelişmiş ülkelerin ve ada devletlerinin yararlanması planlanıyor. Fon kapsamında tasarlanan kredi olanaklarına baktığımızda, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadele için ihtiyaç duyduğu fonlara Çin gibi gelişen ülkelerle aynı şartlarda ulaşamaması ilk bakışta adil gözükmüyor.
Paris Anlaşması’nı onaylamanın mutlak azaltım zorunluluğu getireceği de Türkiye’nin anlaşmayı onaylamama nedenleri arasında ancak bu doğru değil. (Bkz. soru 2)
Avrupa Birliği 2030 yılına kadar emisyonlarını %55 azaltmayı ve 2050 yılına kadar da karbon nötr olmayı hedefliyor. Çin, 2060 için karbon nötr olma hedefini; Japonya, Güney Kore, Güney Afrika ve Kanada ise sıfır emisyon planlarını açıkladı. 2020 sonu itibariyle 30 ülke karbon nötr olma hedefini ulusal hukuk çerçevesine yerleştirmiş durumdadır.*(16) Öte yandan, 19 Şubat 2021’de resmi olarak Paris Anlaşması’na geri dönen ABD’de yeni yönetim 2050 yılında karbon nötr olmaya, 2035 yılında ise elektrik üretimi sektörünü karbonsuzlaştırmaya yönelik hedeflerini açıkladı . Türkiye ise 2030’a kadar emisyonlarını iki katına çıkarmayı planlıyor, 2050 için ise bir karbonsuzlaşma hedefi yok. Karbonsuz yeni bir düzen kuruluyor ve Türkiye bu düzenin dışında kalıyor.
Türkiye iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek coğrafyalardan birinde bulunuyor. İklim değişikliğinin giderek artan tahribatından korunmak, bir yandan da daha adil daha sağlıklı refah toplumu yaratmak için küresel iklim hareketini fırsata çevirmemiz gerekiyor.
Change.org “Paris‘i Onayla” kampanyası
Kömür projesinin yarattığı istihdama örnek Enerji Bakanlığı’nın Eskişehir Alpu’daki projesinden alınmıştır.
T.C. Kalkınma Bakanlığı, Türkiye’de Güneş Enerjisinden Elektrik Üretim Potansiyelinin Değerlendirilmesi, sayfa 70, Tablo 3.5
Kadın Balıkçılar Derneği
Bizi Takip Edin
Güzeltepe Mah.
Abidin Daver Sok. 7/1
Çankaya – Ankara